Kadınlar için SANAL KLİNİK bilgilerinin paylaşıldığı bu yazımızda Depresyonun Belirtileri ve Başa Çıkmanın Yolları hakkında detaylı bilgiye ulaştınız.
Dilerseniz SANAL KLİNİK kategorisinde bulunan diğer makalelerimizi okuyarak daha başka bilgiler edinebilirsiniz.
Depresyon ne demektir ve nasıl başa çıkılır?
Günümüzde pazartesi sabahlarının geçici sıkıntısından duygusal kayıpların derin melankolisine kadar duygulanımı keder yönünde etkileyen çeşitli ruhsal yaşantılara depresyon adı verilmektedir. Depresyon (ruhsal çöküntü), dıştan bir neden olmaksızın kişinin vücudundaki biyokimyasal değişimler sonucunda (endojen depresyon) ya da dış dünyada meydana gelen olaylara tepki olarak (reaktif depresyon) ortaya çıkabilir. Nedeni tam olarak bilinmese de depresyon günümüzde artan bir rahatsızlık olup psikiyatristlere başvuru nedenleri arasında ön sıralarda yer almaktadır.
Ağır depresyondaki hastaya tanı koymak kolay değildir çünkü depresyon, çeşitli biçimlerde maskelenebilir. Çoğunlukla depresyon hastasındaki belirtiler iştah kaybı, kilo alma veya kilo verme, uykunun azalması veya çoğalması cinsel dürtü kaybı gibi fiziksel belirtiler olabilir. Bazen belirgin bir duygu durumu değişimi olmamakla birlikte kişinin etkinliğinde kademeli bir azalma ve içe kapanma göze çarpar; bu tip depresyon başlangıcı özellikle yaşlı kişilerde görülür. Depresyonun kesin tanısına yarayan basit biyolojik veya psikolojik testler de yoktur; bu nedenle, hastanın tüm klinik tablosuna bakılarak veya hipotiroidi (tiroid hormonu noksanlığı) gibi depresyona benzeyen diğer durumların ayırıcı tanı ile dışlanmasıyla depresyon tanısı konulur.
Depresyonun Belirtileri
Depresyon tanısını destekleyen klinik belirtiler temel bedensel işlevlerdeki bazı değişimlerdir:
Yemek ve vücut ağırlığı
Ağır depresyonu olan kişilerin çoğunluğunda kilo kaybı ve iştah azalması söz konusudur. Daha hafif depresyonlarda ise hasta "kendini yemeye vermekten" aşırı yemek yemekten yakınabilir. Hastanın kilo vermesi, depresyona ilişkin değerli bir ipucu olabilir.
Uyku
Kişinin olağan uyanma saatine göre sabah erken uyanması depresyonun klasik bir belirtisidir. Kişinin uyandıktan sonra depresif içerikli düşünceleri nedeniyle tekrar uykuya dalamaması tipiktir. Gece uykuya dalma güçlüğü ise depresyon için daha az karakteristik bir özelliktir.
Cinsel İstek (libido)
Cinsel isteğin azalması, depresyonun en göze çarpan belirtisi olabilir. Ancak bu azalma kademeli ise veya aşırı çalışma gibi başka etmenlere bağlanıyorsa gözden kaçabilir.
Fiziksel Yakınmalar
Baş ağrısı, yorgunluk gibi fiziksel yakınmaların artışı kendilerini ruhsal yönden dile getirme güçlüğü çeken kişilerde depresyon belirtisi olabilir.
Depresyonun Psikolojik Yönleri
Depresyonda görülen başlıca psikolojik değişimler neşelenme güçlüğü, değersizlik duygusu, geleceğe ilişkin plan yapma güçlüğü, basit günlük işleri (örn. bir yere telefon edilmesi) yapma güçlüğü, toplusal yönden içe kapanma ve intihar düşünceleridir.
Depresyonu Başlatıcı Olaylar
Aile bireylerinden birinin yitirilmesi, depresyonu başlatan dış etmenler arasında en tipik olanıdır. Başka tür kayıplar da (iş, organ, toplumsal işlevler) çok sık rastlanan nedenlerdir. Ancak burada yas tutmaya bağlı olan, aylar ve yıllar boyunca sürebilen doğal keder durumu ile başlatıcı olaydan bağımsızlaşarak devam eden depresyon arasında ayrım yapılmalıdır.
Depresyonla nasıl başa çıkılır?
Hafif depresyonlarda genellikle aile ve ve dost çevresinin desteği yeterli olur. Ancak uzun süren, çalışmayı, kişinin günlük yaşamını ve toplumsal yaşama katılmayı aksatan depresyonlarda konuyla ilgili bir uzmanın yardımı gerekir. Depresyon tedavisi için günümüzde psikoterapilere ve antidepresan ilaçlara başvurulmaktadır. Depresyonda kişinin çevreyle ilişkisinin azalması, ona yönelik toplumsal desteği azaltmakta ve toplumsal desteğin azalması da çevreyle ilişkileri daha aza indirmektedir. Bu kısır döngü ilaçlarla kırılabilirse hastanın normal düşünce biçimine geri dönebilir ve yaşam karşısında yeni bir tutum takınabilir.
Depresyon tedavisinde en sık kullanılan ilaçlar trisiklik antidepresanlar ve mono amino oksidaz (MAO) inhibitörleridir. Antidepresan ilaçların birbirinden farkları olmakla birlikte benzer yönleri daha fazladır. Etkilerinin tam olarak başlaması için çoğunlukla birkaç hafta kullanılmaları gerekir ve sıklıkla başlangıçtakinden daha yüksek dozlarda tedavi sürdürülür. Tedavi edici dozda kullanıldıklarında ağız kuruluğu veya idrar yapmada güçlük gibi yan etkileri ortaya çıkabilir. Antidepresan ilaçların kandaki düzeyi gerektiğinde testlerle ölçülerek doz ayarlaması yapılabilir. Bazı hastalarda intihar riski olduğundan ilaç kutusunun tümü hastaya verilmemelidir. İntihar riski yüksek ağır depresyonlarda elektroşok tedavisine de (elektroronvülzif terapi, EKT) başvurulur.
İki uçlu duygulanım bozukluğu (psikoz manik-depresif, bipolar hastalık)
Bu hastalıkta kişilerde sürekli konuşma, büyük planlar yapma, aşırı neşe gibi manik davranış ve ağır depresyon dönemleri vardır. Bu hastalarda kullanılan lityum tuzları, mani ve depresyon dönemlerinin şiddetini azaltır.
Mevsimsel Duygulanım Bozukluğu
Bu özel depresyon türünün yetersiz ışıktan kaynaklandığı düşünülmektedir. Bazı duyarlı kişilerin beyinde belirli kimyasal maddelerin yapımı için gün ışığı veya buna eşdeğer bir ışıkla uyarıya gereksinimleri vardır. Kış mevsiminde, özellikle kutup bölgelerine yakın yerlerde duyarlı kişilerde depresyon görülebilir. Mevsimsel depresyonun tedavisinde ilaçlarla ve özellikle sabah saatlerinde gün ışığına eşdeğer parlak ışıkla başarılı sonuçlar alınmıştır.
Psikoterapi
Kişinin kendini yaşamın normal işleriyle başa çıkmada yetersiz hissettiği ruhsal gerilim durumlarında ya da kişiyi rahatsız eden bir kaygı veya davranış bozukluğunda psikoterapi etkili olabilir. Çeşitli psikoterapi yöntemleri olmakla birlikte asıl önemli nokta, terapistin profesyonel stilidir. Terapistin karşısındaki kişi ile ortak değerlere sahip oluşu ve çok yönlü bir ilgi oluşturabilmesi psikoterapinin başarısında önem taşır. Psikoterapiye katılan kimse ilk iki üç oturumda karşısındaki terapist ile işbirliği yapıp yapamayacağını yargılayabilmelidir. Böyle bir işbirliği kurulması mümkün değilse başka bir terapist aranmalıdır. Kişinin edilgin bir tutumla, terapisti bütün kararları verecek olan ve terapi ilişkisini değerlendiren biri olarak kabul etmesi, psikoterapi açısından verimli bir yaklaşım değildir. Ancak ağır ruhsal sıkıntı durumlarında kişinin bu konuda bağımsız karar vermesi zor olabilir.
Panik Atak
Kaygı (anksiyete) durumu, anlaşılması, tanımlanmasından daha kolay olan ve herkes tarafından yaşanan bir kavramdır. Genelde kaygı, korkuya benzer ancak sözgelimi üzerimize saldıran bir aslana karşı duyulan korkudan farklı olarak kaygıda bir korku nesnesi yoktur. Panik atak (panik bozukluk), günlük yaşamda sık karşılaşılan karmaşık bir kaygı türüdür. Panik bozukluğu olan kişiler ani başlayan ve ağır panik nöbetlerine tutulurlar. Panik bozukluğun tipik belirtileri kalp çarpıntısı, baş dönmesi, yönelim bozukluğu, soluk alma güçlüğü, kişinin kontrolünü kaybettiği hissi, ve bulunduğu yerden derhal uzaklaşma gereksinimi duymasıdır. Panik atak, birkaç dakika ya da birkaç saat sürebilir. Panik ataktan sonra kişide yeni bir atakla karşılaşmaya ilişkin ikincil bir kaygı oluşur. Bu korku kolayca ve anlaşılır şekilde, yeni bir atak geldiğinde topluluk içinde olma korkusuna dönüşür ve kişi toplu halde bulunulan yerlerden kaçmaya başlar (agorafobi). Agorafobi, toplumun % 2-5''ini etkileyen sık rastlanan bir sorundur. Özellikle 15 ile 35 yaş arasındaki kadınlarda sık görülür. Bugün panik atak ve agorafobinin ruhsal olmaktan çok biyolojik kökenli bir sorun olduğu kabul edilmektedir.
Bu varsayım aşağıdaki gözlemlerden kaynaklanmaktadır:
Panik atak bazı ailelerin bireylerinde daha sık görülmektedir. Tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerine göre ikizlerin ikisinde birden görülme sıklığı daha yüksektir.
Panik atak, bazen sodyum laktat (normalde aşırı çalıştırılan veya yeterli kan dolaşımı olmayan kaslardan salınan bir madde) gibi özgül biyokimyasal uyaranlarla başlatılabilmektedir.
Kaygı giderici olarak kullanılan birçok ilaç bu durumda etkisiz kalmaktadır.
Geleneksel psikoterapi, panik bozukluğun tedavisinde yararlı değildir.
Panik bozuklukta ilaç tedavisinin amacı, kişide ataktan sonra ortaya çıkan ve yeni atak beklentisine karşı oluşan ikincil kaygıyı gidermektir. Bundan sonra kişinin topluluk içindeki etkinliklere katılmasını sağlayıcı sosyal rehabilitasyon uygulanmalıdır. Panik atakları başlatabilen durumların üstesinden gelmede kişiye yardımcı olunmalıdır. Her ne kadar panik atakların tedavisinde ilaçları veya davranışçı yaklaşmını üstün tutan görüşler arasında süregelen bir tartışma varsa da ilaç tedavisini izleyen davranış değiştiriminin, bu hastalarda denenmesi gereken yol olduğu söylenebilir.